Hollywood’un en çok izlenen filmleri ile dünya klasiklerinin baş yapıtları arasında sürgün temalı eserler var. Aristo, Seneca, Dante, Napolyon, Victor Hugo, Sultan Vahdettin, Mithat Paşa, Namık Kemal sürgüne gönderilen tarihi şahsiyetler. Tehcir olarak adlandırılan büyük sürgünler de dünya tarihinin hazin sayfaları arasında.
Güç kimdeyse, sürgün silahı onun elinde. Günümüzdeki akreditasyon uygulaması da bir nevi sürgün sayılır. Gözüme gözükmesinler nefretinin kibarcası.
Size anlatacağım sürgün, dünya çapında ses getirecek denli bir özellik taşımıyor. Şiirsel yanı da yok. Başlıktaki gibi bir öykü; Köpek boku yüzünden uygulanan bir sürgün. Metafor değil, gerçek. Renkli ülkemin en renkli kentinde, en renkli ilçesinin en renkli mahallesinde yaşanmış, çok az kişinin hayatına dokunmuş, sıradan bir sürgünün öyküsü. Okuyucu için komik olsa da sürgüne gönderilen kişi için acıklı.
Köpek boku diyerek hafife almayın. Köpek sahibi değilseniz de ne menem bir şey olduğunu biliyorsunuzdur. Her canlı, yediklerini atık olarak çıkarır. Evrimsel süreç veya ilahi sistem böyle kodlamış. Bu kodlamaya köpekler de dahildir. Sokak ve ev köpeklerinin eşit olduğu tek yer, popolarının işlevidir. Bu eşitlik, dışkı miktarıyla değil, biyolojik açıdandır.
Köpek sahiplenmeyi gelişmişlik ölçütü olarak kabul eden görüşler Avrupa’ya özgü değil, artık bizde de bazı kentlerin bazı semtleri için geçerlidir.
Köpek besleyenlerin yoğun olduğu bir mahallenin bir parkındaki yürüyüşlerim sırasında tanıdım Bahçıvan Tahir’i. Görev yeri olan parkı sahiplenmişti. Ne zaman parka gitsem orada olur ve mutlaka bir işe kendini kaptırmış görürdüm. Ağaçları, çiçekleri bilen biriydi. Park, o geldikten sonra sanki daha bir güzelleşmişti. Tertemizdi. Bahçıvan Tahir, adını işine taşımayı bilen insanlardandı. Tahir, Büyükşehir Belediyesinin park bahçeler biriminin kadrolu işçilerindendi.
Baharın tazeliğini doya doya içime çektiğim minik parkımıza bir gün belediyeden bir ekip geldi. Parkın tam ortasında bir bölüm tel örgülerle çevrildi. Buraya ahşap ve metalden bazı malzemeler yerleştirildi. Bu işler sürerken Bahçıvan Tahir’in neşesini görmeliydiniz. İçindeki sevinç, çubuk benzeri ince, uzun bedenini ele geçirmişti. Tahir’in gözlerinin içi gülüyordu. Belli, Tahir’i hoşnut edecek bir iş kotarılıyordu.
İş, iki günde bitti. Parkın kırık tek bankını üç yıldır değiştiremeyen belediyeye ne olmuştu? Bu ne hızdı? Park müdavimleri olarak ağzımız açık kalmış, gıyaplarında takdirlerimizi sunmayı unutmamıştık. Ekipler giderken, son anda akıllarına gelmiş olmalı, tel örgülere bir tabela iliştirdiler: Köpek Yaşam Alanı.
Sevimli tabelanın ışıltısı yüzümüzü aydınlattı. En çok da Bahçıvan Tahir’in. Kara kuru adamın yüzü adeta nurlandı. Tahir, temizlemekten bıktığı, tiksindiği ve işini işkenceye dönüştüren köpek boku toplamaktan kurtulacaktı. Kara adamın yüzünün ağarmasının, sevincinin ve içinden attığı kahkahaların sebebi belli olmuştu. Köpek oyun alanı yapıldı ya, artık köpek boku toplama derdi bitmişti.
Siz öyle sanın. Aslında Bahçıvan Tahir’in gerçek sorunu yeni başlıyordu. Psikolojisi bozulacaktı. Erken gülmüş, başına iş açmıştı.
Parkta, adım başı “Köpeklerin tasmasız gezdirilmesi yasaktır” uyarı tabelalarına rağmen, tasmalı köpek görmüşlüğüm yoktu. Köpekler tasmayı sevmiyor, sahipleri ne yapsındı. Tüm köpek sahiplerinin ortak nakaratı vardı; bunu bizlere de ezberletmişlerdi: “Korkma, usludur, saldırmaz, ısırmaz. Sizi sevdi, oynamak istiyor.”
Notasız aryayı sinir bozucu şekilde birbiriyle bir araya gelmemiş binlerce soliste kim öğretmiş, o vücut dilini nasıl kazandırmış, hâlâ öğrenebilmiş değilim. Kızgınlığım ve gıcıklığım köpeklere değil, çok sesli koronun solistlerinedir.
Köpek yaşam alanını görünce yüreğimde bir ferahlama oldu. Başım öne eğik yürümekten, köpek bokuna basmaktan kurtuluyordum. Mahallemizin köpek sahipleri ve sevimli dostları ile göz aşinalığımı çoktan kurmuştum. Köpek paçamdan mı tutacak, üstüme mi atlayacak diye panik olup titrerken, sahibi bir saldırı anında köpeğini zaptedebilecek mi diye endişe duymadığım an çok azdı. Göz aşinalığı zorunluydu. Kimin evine yeni köpek geldiyse, ilk tanışan kişilerden biriydim. Korkudan tetikte beklemekten kaynaklı bir tanışma. Yoksa ne köpeklerin ne sahiplerinin adını bilirim.
Çoluk çocuğuna hayvan sevgisi aşılamak isteyen ebeveynlere söz söylemek haddim değil. Ama bir yere kadar. Sabrın da bir sınırı var, öyle değil mi?
Parklarda, yürüyüş yolu varsa tam da o bölümde köpek gezdirenler bir, sigarayı tüttüre tüttüre gidenler iki; bunlara kızdığım kadar başkalarına kızmamışımdır. Taze köpek bokuna basmak, yeşillikler içinde temiz hava solumak yerine sigara dumanı yutmak zorunda mıyım? Köpeğinin bokuna, sigarasının dumanına ve izmaritine sahip çıkmayana kızmayıp tebrik mi edeyim?
Köpek yaşam alanı bir anda sosyalleşme, kaynaşma yeri oluverdi. Elinde naylon poşet taşıyanların sayısı zaten azdı, iyice azalmıştı. Köpekler yaşam alanında hopluyor, zıplıyor, hırlaşıyor, boğuşuyorlardı. Sahipleri de bir kenarda kümeleşip, can dostlarının ne kadar zeki olduğu konusunda birbirleriyle yarışıyorlardı. Köpeği olup sigara içmeyen birine denk gelmedim. Sigara bağımlılığı ile köpek sahiplenme isteği arasında bir bağ olabileceğine inandım.
Köpeklerin büyük bölümü parkın girişinde tasmadan kurtuluyor, sağı solu koklayıp malum işaretlerini bırakıyor, çoluk, çocuk, genç, yaşlı, bankta oturan, yürüyüş yolunda yürüyenlerin yüreklerini ağızlara getirdikten sonra kendi yaşam alanlarına bazen zorla bazen gönüllü giriyorlardı. Yaşam alanı öyle çabuk delik deşik oldu ki, bir tavşan sürüsü olsa işi o noktaya getiremezdi.
Bir vakit sonra köpek oyun alanından iğrenç kokular gelmeye başladı. Yürürken, oyun alanının tel örgülerine en uzak mesafeden geçmeye çalışıyordum. Bir gün Bahçıvan Tahir’e kokunun nedenini sordum. Meğer konuşmak, içini dökmek için birini bekliyormuş. Köpek yaşam alanı yapıldıktan sonra psikolojisi bozulmuş. Köpek sahipleriyle yaşadığı sorunlar artmış. Köpek yaşam alanındaki koku, köpek bokundan kaynaklanıyormuş.
Tahir’in anlattığına göre, köpekler parka girer girmez, lüküstürümlerin veya çiçek tarhlarının aralarında ihtiyaç gideriyormuş. Sahipleri bunları görmezden gelip, temizlemekten kaçınıyorlarmış. Tahir suçüstü yaptığı durumlarda köpek boklarını sahiplerine temizletiyormuş. Ama bu bir çözüm değilmiş.
Mahallemizde sokak köpeklerinin sayısı sahipli köpeklerle yarış halinde. Köpekler örgütlü hayvanlar; çete kurmayı biliyorlar. Mahallede köpek çetesi sayısı beşten fazla. Bahçıvan Tahir, “Çık çık, en az on” diyor. Bir de geceleri başka mahallelerden gelen çeteler oluyormuş. Sabaha kadar duyduğumuz köpek havlamaları, çetelerin bölgeyi ele geçirme kavgasıymış. Tahir, “şu kadar sene oldu, buradayım. Bugüne kadar sokak köpeklerinden biri bile parkta ihtiyaç gidermedi” dedi.
Tahir’e “Bunu nerden biliyorsun” diye sordum. O iyi bir gözlemci. Parktaki kargaların, serçelerin sayısını biliyor. Kuş avlamak için parka gelen kedileri takip ediyor. Ağaçlarda renkli kuş yuvalarındaki yumurta adedinden, o yıl o yuvadan kaç yavrunun büyüyüp uçtuğundan haberdar.
Tahir, “Sahipsiz köpekler parka girmez. Parkta boğuşmazlar. İhtiyaçlarını da karşıdaki tepede giderirler. Parkı pisleten köpekler sahipli olanlardır.” diye devam etti.
Birçok buluş ve birçok veri gözlemin ürünüdür. Bunlar bilgi sayılırsa, benim ilk kez duyduğum bilgilerdi ve Tahir’in gözlemlerinin ürünüydü. “Yaşam alanı iyi oldu. Köpekler artık her yere pislemiyor” derken, Tahir lafı ağzımdan aldı, dişlerine dilini değdire değdire peltek konuşmasıyla şunları söyledi:
“Parktaki pislikler bitmedi. Yine topluyorum. Yaşam alanı var ya işte oraya girmiyorum. Her yer pislik oldu. Köpek sahipleriyle tartışır olduk. Köpeklerinin pisliğini bana temizletmek istiyorlar. Kendilerinin temizlemesi gerekiyor. Bu yüzden karşı çıkıyorum. Oyun alanının genel temizliğini yapıyorum, betonları, ahşap ve metal oyun gruplarını yıkayıp temizliyorum. Köpek pisliklerine el sürmüyorum. Beni şikayet etmişler. Müdür ifademi aldı. Bir de bana takık eski bir bürokrat var. ‘Seni sürdüreceğim. Günlerin sayılı’ diye tehdit ediyor.”
Tahir’in eski halinden eser kalmadı. Sürekli hareketli olan, parkın bir ucundan diğer ucuna her gün 20 tur atan Tahir gitmiş, yerine bezgin, yürümeye mecali kalmamış biri gelmişti. Bir insan birkaç gün içinde bu kadar çökebilir miydi? Tahir bana kanserin son evresindeki hastaları hatırlatır oldu.
Tahir’e, bir başka gün çalıların arasındaki çöpleri, atıkları temizlediği sırada “kolay gelsin” diye bağırdım. Elinde koca bir çuval, ağzına kadar çöp dolu; ayağa kalktı, “Vaktin var mı?” diye sordu. Çöp çuvalını sürükleyerek yanıma geldi, “şunu bırakıp geliyorum abi” dedi.
Emekli bürokrat, Tahir’i Belediye Başkanına şikayet etmiş. Bunu da Tahir’e söylemiş. “El mi yaman, bey mi yaman. Burayı çok ararsın” diye korkutmuş. “Boş ver! Takma kafana. Koskoca belediye başkanı, varlığından mahalleli dışında kimsenin haberi olmadığı bir parkın, işini keyifle yapan bahçıvanıyla mı uğraşacak? İnanma” dedim.
Belediye başkanı, bir kesimin yere göğe sığdıramadığı biri. Yılın başkanı bile seçilmiş. Daha yolun başında. Yüzyılın başkanı da seçerler. Az konuşuyor. Öyle bir konuşması var ki, söylediklerini anlayamıyorum. Sorun bende değilmiş. Gazeteciler de anlamakta sıkıntı çekiyormuş. Belediye basın bürosu, muhabirlere metin gönderiyormuş. Basında okuduğumuz haberler bu metinlerden hazırlanıyormuş.
Gazetelere, televizyonlara, bir de bazı partililere göre, Başkan çok çalışkanmış, kentte büyük işler yapmış. Ben bu kentin yerlisiyim. Her yerini karış karış bilirim. Yapıldığı söylenen işlerin hepsi, bir ilçe belediyesinin yaptıklarına denk değil. Altyapı yatırımları yapılıyor da göze gözükmez bu işler diyorsanız, yanılırsınız. Ekibi ona altyapı mı yaptırır? Demek ki hizmetin gizlisi de olurmuş. Benim göremediğim sihirli hizmetlerden inşallah birileri yararlanıyordur.
Tahir’e güya moral verdim. Bana, “sen bu işlerden ne anlarsın?” der gibi baktı. “Abi, bu belediyeciler adamı çabuk harcar. Koskoca belediye başkanı köpek bokundan bile adamı sürer vallahi” dedi.
Tahir’e üzüldüm. Tahir’in neşesi kaçtığından bu yana sanki parkın da neşesi kaçtı. Parka gitmeye üşenir oldum. Yağmurlar da başlayınca, mazeret hazırdı: Bu havada dışarıya mı çıkılır! Otur balkonda, müziğini dinle, kitabını oku…
On gün sonra parka gittim. Yağmur birikintileri ve çamur, çamur, çamur… Parkın bakımsızlığı hemen dikkatimi çekti. Yağmur suları sel olup parkı mı basmıştı? Görüntü öyleydi. Köpek yaşam alanının yanından geçerken, iğrenç kokunun arttığını fark ettim. Bölgeyi koşar adım geçtim. Parkın bir ucunda, Tahir’in giydiği kıyafetin aynısını üzerinde taşıyan birini gördüm. Tahir, ne denli kara kuru ise bu apak ve tombul biriydi. Selam verdim. Tahir’i sordum. “Tahir abi artık burda çalışmayacak. Onu başka parka gönderdiler” dedi.
Tahir’in evi parka çok yakındı. Yeni bahçıvanın, Tahir’in yeni çalışma yeri olarak söylediği park ise en az bir saatlik mesafedeydi. Yeni görevliye neler döndüğünü sordum.
Tahir endişesinde haklıymış. Eski bürokrat başkanın yakınıymış. Tahir’in burnunun sürtülmesi gerekirmiş. Bu yüzden Tahir’i uzak bir parka göndermişler. “Sebep ne? Tahir ne yapmış? Kavga mı etmiş bürokrat emeklisiyle?” diye sordum.
Yeni bahçıvan güldü, “Beyefendi affedersiniz, her şeyin sebebi köpek boku” dedi. Benim üzüldüğümü hissetmiş olmalı ki, devam etti:
“Tahir abiyi köpek boku yüzünden sürdüler. Köpeğin pisliği bana da bulaştı. Beni de masa başı görevimden alıp buraya gönderdiler. Geçiciyim burada. Birkaç gün sonra eski görevime döneceğim. Başkana yakın bir tanıdığım var. İşi o halledecek. Başkan söz vermiş. Tahir abi döner mi dönmez mi, onu bilemem. Ama işi zor” dedi.
Tahir dönmedi. Her gün parka gidiyorum, gözlerim Tahir’i arıyor. Ağaçlar, kuşlar, çalılar banklar da Tahir’i özledi. Tahir’in sürgününden en çok onlar etkilendi. Dillerinden anlasak bize neler anlatırlar neler. Emekli bürokrata da sürgün kararı veren belediye başkanına da beddua ettiklerini duyar gibiyim.
Köpekler yine tasmasız, sahipleri yine “Korkmayın uslu benim oğlum, oynamak istiyor benim kızım. Isırmaz” diyorlar. Elinde naylon poşet taşıyanların sayısı yine çok az. Tahir’i sürgüne gönderen başkanın yakını olan emekli bürokratla hiç karşılaşmadım. Kadın mı, erkek mi, onu bile öğrenemedim.
Tahir, bir gün “Yanlış anlama abi, köpeklere karşı değilim. Köy çocuğuyum. Köpeklerimiz vardı. Benim kızgınlığım köpekleri sahiplendik diyenlere. Köpeklerin bu işte suçu yok. Suç insanoğlunda; emanet olarak verilenlerin sahibi olduğunu sanıyor. Bunlara mühür vurmaya kalkıyor. Emanetleri kendine benzetmiş. Sahibine benzemeyen bir şey söyleyebilir misin? Köpekler de öyle. Tasması kimin elinde ise ona benziyor. Belki de tersidir. Hayal görüyor olabilir miyim?” demişti.
Boktan işler lafını duymuşluğum çoktu. Köpek boku sürgününü de öğrenmiş oldum. Hayatta ne çok bok püsürlük varmış.