1930 yılında Fransa’ya ağabeyinin yanına gitti. Fransa’da Gauguin, El Greco, Cézanne, Matisse, Braque, Chagall gibi ustaların resimlerinden etkilendi ve onların eserlerini, tekniklerini inceleme fırsatı buldu. Rumen asıllı Eren Eyüboğlu ile tanıştı. Bu arkadaşlık, 1936 tarihinde evlilikle taçlandı.
Eren Eyüboğlu, 1912’de Romanya’da dünyaya geldi. Okulda aldığı resim derslerini geliştirmek için güzel sanatlar akademisine girerek resim bölümünde okumaya başladı. 1929’da ileride kalbinin sahibiyle tanışacağı, Paris’e gitti. Önce Julian Akademisine devam edip, ardından da dört yıl boyunca LHOTE’la ile çalışmaya başladı.
Evlendikten sonra İstanbul’a yerleşen çift birlikte Türkiye’nin dört bir yanını dolaşarak Anadolu insanının yaşam biçimini tuvallerine yansıttı.
1940’ların başları. Evli ve yeni çocuk sahibi olmuş olan Bedri Rahmi Eyüboğlu Güzel Sanatlar Akademisi’nde asistanlık yapmaktaydı. O sırada heykel bölümüne misafir bir öğrenci geldi. Esmer bir Ermeni kızı Mari Gerekmezyan.
Mari Gerekmezyan, 1913 Kayseri Talas doğumludur. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde okuyan, daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne misafir öğrenci olarak giren sanatçı, ülkemizin ilk kadın heykeltıraşlarından biridir. Bedri Rahmi Eyüboğlu ile tanışması, işte bu şekilde başladı. Gizliden gizliye atölyede buluştular. Sırılsıklam aşık oldu Bedri Rahmi.
Ona Karadutum şiirini yazdıracak, paha biçilmez tablolarını sattıracak kadar büyük, birkaç yılla sınırlı kalacak kadar kısa ve hüzünlü bir aşk
Yasak aşkları sanat ile beslenir. Bu aşkın filizleride; büst, tablo ve şiir gibi sanat eserleri ortaya çıkarır. Mari, aşkını anlatmak için sevdiği adamın; Bedri Rahmi’nin büstünü yapar. Bedri Rahmi de onun aşkına yazdığı şiirler, çizdiği portlerelerle ölümsüzleştirir.
“Kadınım, kısrağım, karımsın” şiirini evli olduğu karısına değil ona yazmıştır
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, Eren Eyüboğlu ile evli olması, sanat çevreleri tarafından, Mari Gerekmezyan’ın dışlanmasına sebep olur. İstanbul bu büyük aşktan haberdardır.
Mari yaşadığı yasak aşk ve Ermeni oluşu nedeni ile toplumdan dışlanır. Bu fırtınalı yasak aşk kısa sürer. Çünkü Azrail, Mari’nin amansız öldürücü hastalığı tüberkülozun kimliği altında kapıda bekler.
Hastalığıyla cebelleşen kadının ilaçlarını alabilmesi için yardımına Eyüboğlu koşar. O yıllar, savaş sonrası olduğu için ilaç fiyatları çok yüksektir. Almak ise neredeyse imkansızdır. Elinden ne gelirse yapmaya çalışır, paha biçilmez tablolarını yok pahasına satar. Fakat bu çabaların hiçbiri Mari’yi kurtarmaya yetmez.
Ardı ardına önemli eserler üretmiş olmasına rağmen, sanat çevresi ve toplum tarafından yok sayılmıştır genç kadın. Gerçekte var olan sanatı gölgelenmiştir.
Oysa önemli olan sanatı değil midir?
Kısacık hayatına kocaman bir sevda sığdırmayı başarmış olsa da, 1947 yılında henüz 34 yaşında iken İstanbul Alman Hastanesi’nde hayata gözlerini yumar.
Öyle bir sevdadır ki bu, uğruna ikinci kadın olmayı göze alacak kadar gözü kara. Öyle bir aşktır ki bu, evli, çocuklu ve tanınmış bir adamın gölgesinin yarattığı ezginlikle yaşamak zorunda bırakan.
Bedri Rahmi uğruna “Karadut’um”, şiirini yazarken. Her bir dizesinde aşkın fiziksel bedenden, ruhun en yalın haline, bir ok gibi her birimizin kalbine fısıldar sevdasını.
“Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.”
Mari Gerekmezyan’dan sadece Eyüboğlu’nun gönlünü çalan, onu kendine aşkıyla mahkum eden bir kadın olarak bahsetmek haksızlık olur. Ardında bıraktığı eserlere hak ettikleri değerler gösterilmedi. Özel hayatı seçimlerinden ötürü sanatının önüne geçti. Yok sayıldı, bazıları için ise hiç var olmadı. Belki seçimleri başka olsaydı, kim bilir belki hayat onu bu kadar erken almasaydı, birçok esere imza atabilecek ve adından övgüyle söz ettirebilecekti.
Geride bıraktıkları mektuplaşmalar bulunmasa, bugün adı bile bilinmeyecekti
Bedri Rahmi, Mari’nin ardından kendini içkiye verir. Yorgun ruhuna, yalnız kalmış bedenine, kadehlerin içinde bir ortak arar.
“Türküler bitti, halaylar durdu, horonlar durdu” diye yazdı sevdiğinin ardından...
Hayat onun için durmuştu, fakat Eren hanım sessizce eşinin ona ve yuvasına döneceği günü bekliyordu. Evine döndü, eşine döndü. Eren hanım ise onu bağrına bastı. Hiç gitmemiş gibi sevmeye devam etti. Ama hiç unutmadı…
Olağanüstü sezgilere sahip, gerçekleri görebilen kimse olarak yer alır; Eren isminin anlamı. Cesur ve yiğit kişi olarak bilinir. Adının vermiş olduğu nihai güçle sarılır kocasına Eren Eyüpoğlu. Kim bilir belki de bu yüce gönüllülüğü, sükuneti isminin şanından gelir.
Sabrın vücut bulmuş halidir Eren Eyüboğlu. Söndürür içinde yanan alevleri, dizginler hırçınlığını ve öfkesini. Kabullenmiş görünür ama affetmeyebilir; ve belki gitmeye karar verse de bu kararı uygulamayabilir. Sabırla bekler ve eşinin kalbinde artık söndüğünü düşündüğü aşkın, alev alev yandığını görür.
1949’da bir gün, Büyük Kulüp’te aralarında Bedri Rahmi ve eşininde olduğu bir toplantıda Bedri Rahmi’den bir şiir okunması istenir. O da ayağa kalkar; şiire başlar lakin okurken gözyaşına boğulur.
Gözlerinden süzülen yaşların nedenini eşi de dahil olmak üzere tüm salon anlar. Bedri Rahmi bu çok duygu dolu cümleleri yanıbaşında oturan eşi Eren hanıma değil, kaybettiği aşkı Mari’ye yazmıştır. O geceden sonra Eren Hanım, bir süre Paris’te yaşamaya karar verir. Ve Paris’teyken eşine yazdığı bir mektupta, ona o geceyi şu sözleriyle hatırlatır
“Canuşkam,
Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren.”
Bir süre ayrı yaşadılar, sonunda Eren hanımın beklediği oldu. Bedri Rahmi, oğlu ve eşinin yanına döndü. Yeniden buluşup yıllar yılı birlikte sanat ürettiler. 1974 yılında, Bedri Rahmi 63 yaşında hayata veda etti.
Oğlu Mehmeti bir gün karşısına alan Eren hanım; “Babanı uğurladık, ama şunu bil ki ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Buna katlandımsa, sadece senin hayatın kararmasın diyedir.”
Bu konuyu bir daha hiç açmadı.
Bu hikaye, her biri duygu yüklü üç tane büyük aşkı anlatır. Bir adam, o adamı görür görmez sevdalanmış bir kadın. Ve arada ailesi uğruna kara sevdaya saplanmış başka bir kadın.