115 yıl önce 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyet ilan edildi. Meşrutiyetle birlikte sansür de kaldırıldı.

Sansürün kaldırılması dolayısıyla 24 Temmuz aynı zamanda Gazeteciler Bayramı olarak kutlanıyor.

1908’de sansür esaretinden sıyrılan gazeteciler özellikle 1961 Anayasası ile sendikal hakların yanı sıra geniş ve hak özgürlüklere kavuştu. 12 Eylül 1980 darbesine değin çalışma yaşamında bağımsız, özgür, baskı altında kalmadan mesleğini icra eden gazeteciler belki de “altın çağlarını” yaşadı.

Özgür gazeteciliğe koşut yazılı basın da en üretken dönemindeydi. Gazeteler o altın yıllarda en yüksek satışa ulaştı. Zira çağdaş, donanımlı, bağımsız gazeteciler haberlerini hiçbir baskı altında kalmadan yazıyor,  toplumsal sorunlara ayna tutuyordu. Onların yazdığı her haber, köşe yazarlarının değindiği her konu ses getiriyordu.

Babiali’de hazırlanan içeriği dolu gazeteler haberleri ve yorumlarıyla kamuoyunu bilgilendirmenin yanında okuru aydınlatıyordu. Öylesine tatlı rekabet vardı ki Cağaloğlu’nu mekan tutan basın arasında. Gazeteler haber atlatmak için adeta birbirleriyle yarışıyordu. Amaç en doğru haberi, en kısa şekilde okura sunmaktı. Tabii ki en yüksek tiraja ulaşmaktı.

Her şey 1980’li yılların başı ve ortalarına doğru patronların sendikayı yasaklaması, Babiali’nin yerini İstanbul’un yeni yerleşim birimlerindeki medya plazaların almasıyla başladı.

Gazeteler hızlıca el değiştirerek holdinglerin egemenliğine girdi, özgür haberciliğe balta vuruldu. Televizyonların yaygınlaşması ile yazılı basına görsel yayın eklendi. Ve bugün sorunlar yaşayan, araştırmacı değil, masa başı gazeteciliği yeğleyen medya tekelleri doğdu.

1980’li yılların ortasında boy gösteren bugünlerde doruğa çıkan medya sorunsalı yazılı gazeteleri tükenme noktasına itmeye başladı. Satışlar dibe vurmak üzere. Zaten okumayı sevmeyen toplumuz. Cep telefonlarından okuduğu ve izlediği ile yetiniyor özellikle gençler. Televizyon ve cep telefonu ikilisi yazılı basının adeta celladı olmak üzere.

Sendikadan yoksun ve yazdığı haberleri sansürlenen basın emekçileri, gazetesi satmayan ve doğal olarak reklam alamayan, kurdan dolayı zam yapan patronlar hoşnut değil bu durumdan.

Ancak mevcut  tablonun sorumlusu işyerinde sendikalaşmayı engelleyen, emekçilerini günün koşullarında çok düşük ücrete mahkum eden patronların bizatihi kendileri.

Özgür haberciliği öteleyip, siyasi iktidara yakın duruşları bir anlamda kendi iplerini çekmesine yol açtı. Medyanın yüzde 90’ını hükümet yanlısı.

Geriye kalan yüzde 10’unu ancak muhalefetin, memurun, işçinin, emeklinin, dul ve yetimin sesi olabiliyor, sorunlarını gündemde tutmaya çalışıyor.

Hal böyle olunca tek sesli yayın yapan medyaya güven azalıyor. Güvenin sürekli aşınmaya uğraması aslında meslek emekçilerine hak etmediği zararı veriyor. Kuşkusuz bu  durum bir gün düzelecek özgün haberleri ve yorumlarıyla gazeteler ve televizyonlar eski günlerine kavuşacak.

Son söz, yazılı basın kan yitirse, muhalif gazeteler çok zorlansa bile asla yaşamları sonlanmayacak. Zira mürekkep kokusunu solumaya, sayfayı çevirmeye, bulmaca çözmeye tutkun okurların varlığı ve bomba haberleriyle ayakta kalacaklar.

Yeter ki adam gibi gazetecilik yapılsın. O vakit tirajlar da artar, basın emekçileri de geniş mali ve sosyal  haklar edinir.