Halkın, ezilenlerin, sömürülenlerin, emekçinin yanında olmanın, çilelerini, dertlerini seslendirmenin, dile getirmenin her daim bir bedeli olmuştur bu ülkede.
Bu bedeli ödeyenlerden biri de Anadolu rock müziğinin önemli temsilcilerinden Cem Karaca’ydı. Şarkılarından ötürü sistem tarafından cezalandırılan ve söylediği şarkılardan ötürü yurttaşlıktan çıkarılan usta sanatçı uzun yıllar memleket özlemi ile Almanya’da yaşamını sürdürmüştü.
Memleketin sesi olmak, garibanların dertlerini eserleriyle dile getirmek için her türlü baskıyı göğüsleyen, haksızlığa uğrayan usta sanatçının yaşamöyküsünü anlatan “Cem Karaca’nın Gözyaşları” filmi gösterime çıktı.
Yüksel Aksu’nun yönetmenliğini üstlendiği, oğlu Emrah Karaca’nın danışmanlığında senaryosunu Onur Böber, Özden Uçar ve Emre Saltık’ın kaleme aldığı yapım, Emrah, Karacaoğlan ve Pir Sultan Abdal’dan esinlenen Anadolu rock müziğinin sahiciliğini, önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Tiyatrocu Mehmet Karaca (Fikret Kuşkan) ile Toto Karaca (Yasemin Yalçın) çiftinin oğlu Muhtar Cem Karaca (İsmail Hacıoğlu) babasının diplomat olması yönündeki baskısına karşın içinde dinmeyen tutkusu müziğe ilk adımını atar. İlkokulda başlayan bu tutku, annesi Toto’nun desteği ile büyük denizlere yelken açmasına yol açar.
Baba Mehmet Karaca, oğlunun müzik sevdasını engellemeye kalkışsa da başarılı olamaz. Muhtar Cem Karaca, dönülmez yola adımını çoktan atmıştır bile. Babası memlekette sanatçıya önem verilmediğini, cezalandırıldığını söylese de Cem Karaca, halkın, ezilenlerin, sömürülenlerin, memleketin sesi olmaya karar vermiştir.
Cem, dönemin popüler yabancı parçalarını garden partilerde söylemeye başlar. Baba Mehmet Bey, Cem’i bulunduğu ortamdan uzaklaştırmak amacıyla Türkiye’nin İstanbul’dan ibaret olmadığını, Anadolu’yu, oradaki yoksulluğu, garibanlığı, kimsesizleri görmesi gerektiğini söyler, hatta onu müzikten caydırmak için asker kaçağı olduğunu ihbar eder.
Memleketin sesi olmaya kafasına yerleştiren Cem Karaca askerlikte Anadolu’nun özü olan halk müziğinin önemini kavrar ve her şeyi göze alarak memleketin muhalif sesi olur. Devrimci öğrencilerin davetini geri çevirmez, gençlerin Dolmabahçe’de bulunan ABD’nin 6. Filo’sunu protesto ettiği konsere katılarak onların duygularını müziği ile kamuoyuna iletir.
Nerede ezilen, sömürülen, gariban varsa orada Cem Karaca ve arkadaşları vardır. “Namus Belası”, “Tamirci Çırağı”, “1 Mayıs”, “Obur Dünya”, “Bindik Bir Alamete Gidiyoruz Kıyamete”, “Ceviz Ağacı” gibi kült şarkıları besteler.
Konserleri bombalanan, basılan Cem Karaca’nın proset müziği birilerini rahatsız etmeye başlamıştır ve hakkında çeşitli soruşturmalar başlatılır. Kendisine rahat verilmeyeceğini ve hapse atılacağını sezen Cem Karaca , babasının telkini ile eşi ve oğlu Emrah’ı geride bırakarak Almanya’ya gider.
12 Eylül darbe yönetimin kararı ile Türk yurttaşlığı elinden alınan Muhtar Cem Karaca, acı, hüzün ve hastalıklı sürgün yıllarını aile ve evlat özlemi ile geçirmeye başlar. Hakkında 400 yıl hapis cezası istenen sanatçı memleketine dönebilmeyi iple çeker. Ve o gün gelir çok sevdiği ülkesine, ailesine kavuşur. Ne ki birçok acılar yaşadığı gibi, babasını da yitirmiştir.
Ülkesine döndükten sonra siyasi görüşünde birtakım savrulmalar yaşasa da Muhtar Cem Karaca emekçinin ve emeğin yanındaki duruşu ile her daim sevgi ile anılıyor. Bu anlamda Yüksel Aksu imzalı “Cem Karaca’nın Gözyaşları”nı kaçırmayın derim. İsmail Hacıoğlu ve Toto Karaca’nın oyunculukları göz kamaştırıyor.
Cem Karaca, Erkin Koray, Barış Manço, Selda Bağcan, Fikret Kızılok, Haluk Levent, Özdemir Erdoğan, Barış Akarsu, Özdemir Erdoğan, Murat Göğebakan gibi müzisyenlerin yanı sıra Moğollar, Dadaşlar, Kurtalan Ekspresi ve 3 Hürel gibi gruplar Anadolu rock müziğinin önemli temsilcileriydi. Tümü Anadolu’nun bağrından çıkan unutulmaz eserleri bestelemiş ve söylemişlerdir.
Anne tarafından akrabam olan Erol Çavuşoğlu’nun koleksiyonundan öğrencilik yıllarımda Cem Karaca’yı tanımış ve şarkılarını keyifle dinlemiştim. Hala da dinliyorum özellikle “Tamirci Çırağı” ve “1 Mayıs Marşı”nı.
Bu ülkede aydın olmanın, ezilenlerin, emekçinin, garibanların, sömürülenlerin yanında olmanın, emeği savunmanın bedeli çok ama çok ağır. Sahi ne kadar çok demokrat insan sistemin kurbanı oldu, cezalandırıldı. Ne ki bu bedeli göze alan aydın insanlar garibanların sesi olmaya ve demokrasi mücadelesini sürdürüyor.